25 Eylül 2011 Pazar

Hanna

Sinema endüstrisi, önceki yıllarda birkaç yılda bir seviye atlarken, son zamanlarda her yıl, hatta her yeni çıkan filmle çıtanın bir üst seviyeye çekildiği bir endüstri haline geldi. İyi midir kötü müdür bilinmez fakat bu durumdan; senaryosunu BAFTA ödüllü ünlü yönetmen Joe Wright’ın yazdığı ve yine kendisinin yönettiği, başrollerini 17 yaşındaki genç yıldız Saoirse Ronan ile Cate Blanchett ve Eric Bana’nın paylaştığı Hanna da etkilendi.  İki ayı aşkın bir süre önce vizyona giren ve haftalarca vizyonda kalan film, afişlerde ve fragmanlarında seyircinin hayli ilgisini çekmeyi başarmıştı fakat salonda birazcık da olsa son zaman aksiyon filmlerinin gölgesinde kalmaktan kurtulamadı.

 Artık seyircinin de görsel efektlerin, iyi oyunculuğun ve kaliteli kamera çekimlerinin yanı sıra çok iyi kurgulanmış ve orjinal bir senaryo beklediği sinema endüstrisinde izleyiciyi etkilemek daha da zorlaştı. Nitekim Hanna da her ne kadar diğer kriterlerden sınıfı geçse de senaryodan sınıfta kaldı. Film, daha önceki casusluk filmlerinden bazılarının senaryosunun başka yönetmen ve oyuncular tarafından yeniden çekimiymiş gibi duruyor.
Filmin genel konusundan bahsedecek olursak, babası eski bir CIA ajanı olan Hanna, babası tarafından Finlandiya’nın balta girmemiş ormanlarında ölümcül bir ajan olarak yetiştirilir. Henüz 14 yaşına geldiğinde ise ilk suikastına gönderilen Hanna’yı yaşayacağı yolculukta çeşitli tehlikeler beklemektedir. Bu tehlikelerin hepsine hazırlıklı olan Hanna’nın asıl hazırlıklı olmadığı şeyler ise aslında babasının bile aklına gelemeyecek kadar normal olan şeylerdir. 

Finlandiya’nın ıssız ormanlarında 14 yaşına kadar büyüyen Hanna, bildiği tüm bilgileri babası vasıtasıyla ansiklopedilerden öğrenmektedir. Bunun yanı sıra 5 tane de dil öğrenen Hanna, çok iyi silah kullanır, yakın dövüşte ustadır ve her türlü ajanlık becerilerine de sahiptir. Fakat filmde öyle bir kırılma noktası var ki, aslında orası Hanna’nın filmin ilerleyen bölümlerinde başına ne geleceğinin ipuçlarını veriyor. Babasına müziğin ne olduğunu soran Hanna’ya babasının cevabı bir ansiklopedinin müzik için tanımı olur ve Hanna, buna karşılık “yeterli değil” diyerek cevap verir. İşte buradan sonra bana göre aslında filmin en güzel bölümleri başlıyor. Bu bölümlerde her ne kadar sıkı aksiyon sahneleri olsa da asıl dikkat çekici noktalar, Hanna’nın ansiklopedilerden, hakkında herşeyi öğrenip ezberlediği şeyleri deneyimlemesidir. Örneğin ilk durağı olan Fas’ta, tutulduğu hapishane hücresindeki kameraları gördüğünde birden kameranın latince ismini fısıladyıp tanımını yapması, oradan kaçtıktan sonra bir otel odasındayken dışardan gelen bir Kur’an sesini duyduğunda müziğin tanımını yapması, florasan lambayı ilk gördüğünde korkuyla karışık heyecan duyması, bir elektrikli kettle’ın kapatma düğmesinden kapandığını akıl edememesi ve telefon çaldığında korkup telefonu TV kumandası ile kapatmaya çalışması,…  Bu kısımlarda, aslında yıllardır hep öğretmenlerimizin bize sorduğu fakat kendilerinin bile aralarında karar birliğine varamadığı “çok gezen mi bilir çok okuyan mı” sözünün cevabı mevcut. Yani bilgiden ziyade deneyimin daha önemli olduğu vurgulanmış. Zahiri olarak böyle bir bakış açısıyla filme bakabilen bir insan manevi olarak da kendine bazı dersler, hisseler çıkarabilmelidir. Mesela, yaşamadığımız bir duygunun ne olduğunu asla bilemeyeceğimizi bilmemize rağmen, birçok kişinin aşkı ‘bir öpücük’ zannederken aşk hakkında ahkamlar kesmesi insanın doğasına aykırıdır yada hiç aldatılmamış bir kadının aldatılan bir kadına yuvasını yıkması veya yıkmaması hakkında tavsiyelerde bulunması aralarında geçebilecek en saçma konuşmadır. İnsan bilmediği bir şey hakkında nasıl olur da yorumlar yapıp hükümler verebilir? İşte bunları görmek, filmde beni tek tatmin eden nokta oldu.

Filmin, internet ortamındaki puanlama konusunda en güvenilir site olan IMDB’den aldığı 7/10 puan, türünün gerektirdiği sahneler, çekimler ve kurgular bakımından gayet hakettiği bir puan olmasına karşın, orjinalliği bakımından ise birazcık fazla bir puan olmuş. Film kesinlikle izlenmeye değer bir film fakat ikinci kere izlemek vakit kaybı olur. 





- BU YAZI DAHA ÖNCE www.tumhaber.com.tr ADLI SİTEDE YAYINLANMIŞTIR -