Uzun zamandır vizyonda filmlerini
göremediğimiz yönetmen ve senarist Çağan Irmak, kendi içimizdeki sıkıntılara ve
paradokslara parmak basan, duygusal anlamda bir hayli yüklü, eleştirel anlamda
ise yumuşak bir dille keskin eleştiriler yapan bir film olan ‘Dedemin İnsanları’ ile tekrar
vizyondaki yerini aldı.
1923 tarihindeki mübadele zamanında
yaşananları ele alan film, aslında ortada kalmışlıkların ve ortada kalanların hikâyelerinden
ibaret. Bir tarafta Türk tohumu diye dışlanan Girit ve Yunanistan Türklerinin
diğer tarafta gâvur yaftası ile karşılaşmalarının sonucu oluşan arada
kalmışlık, o insanların aidiyet duygusunu temelden sarsıp, bir ırk veya kökene
değil, yaşadıkları topraklara ait olduklarını düşünmelerine sebep olmuştur.
İnsanların nereye ait olduklarına
başkalarının karar vermesi kadar totaliter bir anlayış var mıdır şu dünyada?
Özellikle demokrasiden dem vuranların bunları yapmış olması ise hepten
manidardır. Dünyadaki tüm çatışmaların bir nesneye siyah veya beyaz demekten
dolayı çıktığını varsayarsak, filmde anlatılan hikâye, o nesneye siyah diyen
iki ayrı grubun çatışmasından ibaret. Peki bir insanın kendisiyle her konuda
aynı fikirde olan başka bir insanla çatışması mantık çerçevesine sığar mı? Eğer
sığmıyorsa bu çatışmanın arkasında başka bir şey aramak gerekmez mi, o nesneye
beyaz diyen insanlar gibi? Daha dün yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen insanların,
başka bir insanın bir lafından dolayı birbirine düşman olmaları akıl kârı
mıdır? Vatanından ayrı yaşayan bir insanın vatanım diyerek hasretini çektiği
topraklara gittiğinde, orada karşılaştığı insanların onları reddetmesi ne acı
bir şeydir, insanı ne kadar derin bir ızdıraba sürükler? Mübadele öncesi
Yunanistan ve adalarda yaşayan ve mübadele ile ülkemize göç etmiş olan 500.000
vatandaşımız, geldiklerinde Müslüman olmalarına rağmen yedikleri gâvur damgası
ile yıllarca mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Evlerinden ayrılmanın, tüm
düzenlerini bozmanın verdiği sıkıntıların üzerine bir de bunun eklenmesi, o
insanların hayatlarını iki kat daha zorlaştırmıştır.
Nüfus Mübadelesi’nin sebep olduğu
yıkımları yaşamış bir ailenin, 12 Eylül İhtilâli Türkiye’sinin hemen öncesi ve
sonrasındaki yaşantısını ele alarak işleyen yönetmen Çağan Irmak, o zamanın
şartlarını ve yaşantısını da ekrana çok başarılı bir biçimde yansıtmayı
başarmış. O zamanlardaki insanların yaşantısını, değer yargılarını gözler önüne
seren filmde, geleneksel Türk ailesinin yaşantısını ve yetişme tarzını da gayet
güzel bir biçimde seyirciye aktarmayı başarmış.
Filmde ana konu olarak, İzmir’de
yaşayan Girit göçmeni Mehmet Bey’in 7 yaşındayken yaşadığı mübadele olayı
sebebiyle ayrıldığı, hayal meyal hatırladığı evine, toprağına duyduğu hasretin
ele alındığını görüyoruz. İzmir’de sevilen bir esnaf olan ve herkesin örnek
aldığı Mehmet Bey, torunun okula başlamasından sonra göçmen olmaları hasebiyle
kendileri hakkında yapılan dedikodularla yüzleşir. Buna en büyük etken ise
orada yaşayan -ailelerinden gördükleri haricinde bir şey yapabilme
kabiliyetleri olmayan- çocukların, Türk–Göçmen çatışmasıdır. Çocuklar
tarafından Türk mahallelerinden göçmen mahallelerine düzenlenen sözde
saldırılarla göçmen insanların evlerinin camlarını kırmak, çocuklarını taşlamak
ile eğlenen çocukların aslında oyun zannettikleri şeyin, karşılarındaki
insanları ne kadar kırdığı, ne kadar yıprattığı hakkında hiçbir fikirleri
yoktur. Tüm bu yaptıklarının, kalpte bir yara olan vatan hasretinin üstüne tuz
basmak olduğunu bilmemeleri ise kendilerinin değil, onları yetiştirenlerin
suçudur. O çocuklardan birisi olan ve her gün denize gidip, içerisine mektup
koyduğu bir şişeyi denize bırakan Mehmet Bey’in torunu Ozan, dedesinin bu
yaptığı şeyi vatan hainliği zannederken, üstüne çarşı esnafından birkaç kendini
bilmezin, dedesi hakkında yaptıkları dedikoduları duyması, Ozan’ı ailesinden
soğutmaya başlar. Özellikle hayatındaki en büyük rol model olan dedesinin,
çevresinden kötü birisi olduğunu duyması ise Ozan’ı ikilemlere ve dedesinin de
yaşadığı ortada kalmışlıklara iter. Fakat sonunda dedesinin o şişeleri,
kendilerine konan vize yasağı dolayısıyla Girit’e gidememeleri sebebiyle,
Girit’teki eski evinde şuan yaşayan insanlara gönderdiğini öğrenmesi, Ozan’ın
küskünlüklerine bir son vermesini sağlar.
Oyuncu kadrosuyla da göz dolduran
filmde başrolü, oyunculuğunu kanıtlamış ve fazlasıyla hakkını vermiş olan Çetin
Tekindor oynuyor. Bunun yanı sıra Hümeyra’lı, Yiğit Özşener’li, Ezgi Mola’lı
oyuncu kadrosu ise gerçekten filmin hakkını verecek bir performans
sergilemişler. Özellikle Mehmet Bey’in torunu Ozan’ın küçüklüğünü oynayan
Durukan Çelikkaya’nın performansı gerçekten takdire şayan.
Son zamanlarda 1915 Ermeni tehciri
ile gündeme gelen tarihsel olaylarımızı, bugün başka milletler üstlerine vazife
olmamasına karşın irdeleyip, akıllarınca ceza kesmekte veya ödül
vermektedirler. Fakat tüm bunlara rağmen, bizler hala bu konuları irdeleyip
konuşmamakta ısrar ediyoruz. Belki de doğrusuyla yanlışıyla tarihimizi kabul
ederek, bundan sonra o hatalara düşmemek için elimizden geleni yapmalıyız. Hiçbir
milletle sorunu olmayan milletimizin, dış mihrakların kışkırtmalarıyla maruz
kaldığı asılsız suçlamalara, kanımca en büyük cevap bu olacaktır. Bu filmi
izlemek ise tüm bunlara atılacak ilk adım olabilir. Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları”, bu konuda köşe
taşı olabilecek bir film olmuş. Ayrıca yönetmenin, o günün izlenimlerini
tarafsız bir şekilde aktarmış olması da filmi, emsallerinden birkaç adım daha
öne geçirmiş.