22 Ocak 2011 Cumartesi

Zindan Adası

Zindan Adası (Shutter Island),  Köstebek (Departed) filmiyle Oscar kazanan ünlü yönetmen Martin Scorsese’in ustalığıyla artık sıradanlaşan psikolojik gerilim filmlerinin bir adım önüne geçerek daha orijinal bir psikolojik gerilim filmi olarak karşımıza çıkıyor. Scorsese bu filminde de yine son filmlerinde vazgeçemediği bebek surat Leonardo Di Caprio ile çalışıyor. Di Caprio son filmlerinde olduğu gibi artık olgun bir görüntü çizerek filmde sırıtmak yerine gayet karizmatik bir hale bürünüyor.
Zindan Adası, daha önce yazdığı kitaplar aracılığıyla “Gizemli Nehir” ve “Kızımı Kurtarın” adlı filmlerin çekilmesine ön ayak olan Dennis Lehane’nin 2003 tarihli çoksatar gerilim romanından uyarlandı.  Filmde Nazizm,  şiddete tapanlar, seri katiller, bilim adına işlenen cinayetler ve insanın kanını donduran deneyler;  aklımızın bize oynadığı oyunlarla bilinçaltı ve yalın gerçeğin arasında mekik dokuyarak güzel bir kurgu oluşturulmuş. İşte tam da burada Scorsese faktörü ortaya çıkıyor. Bozuk bir psikoloji, hezeyan ve halisülasyonlar ve anayolu unutturmaya çalışan virajlar filmde yönetmenin rafinesinden geçerek gerçekten harikulade bir kurguya dönüşüyor.
 
Öncelikle Zindan Adası, bu kadar aşina bir konusu olmasına rağmen filmin son dakikasına kadar merak verici ve sürükleyici bir film. Amansız hatıralar, yığınla ayrıntılar ve her biri bir labirent olan bilmeceler…  Gerçeğe çok yakın halisülasyonlar, son derece gerici bir Nazi kampı ortamı, zihin kontrolü ve birbiri üstüne gelen komplolar film boyunca yakamızı bırakmıyor.  Fakat filmin cümlesi diyebileceğimiz cümle “Ya bir canavar gibi yaşamak ya da insan gibi ölmek!” 
Ayrıca filmin finali için büyük beklentiler içine girerseniz filmin sonunda filmden pek bir tat alamazsınız. Fakat eğer tahminlerde bulunmayı bırakıp sadece filmi seyretmeye odaklanırsanız işte o zaman filmin finalinin aslında olabilecek en güzel ve en mantıklı final olduğunu görürsünüz.
Eğer filmin hikâyesi hakkında kısa bir bilgi verecek olursak; film Massachussets sahili açıklarında giriş çıkış yapılan, liman haricindeki her yeri kayalık olan bir adada geçiyor. Bu adada her biri cinayet suçlusu olan, akıl hastalarının kaldığı eski Nazi Dachau Toplama Kampı’na ait binada bulunan bir hapishane–hastane kompleksi olan ve kaçmanın imkânsız olduğu Aschecliffe Hastanesi bulunmakta. Buradan kaçan, 3 çocuğunu öldüren bir bayan zanlı–hastanın peşine düşmek için anakaradan iki dedektif çağrılıyor. Bu dedektifler FBI şefi Teddy Daniels (Leonardo Di Caprio) ve Chuck Aule (Mark Ruffalo) adaya geliyor ve katili aramaya başlıyor. İlerleyen zamanlarda katilin bulunmasına rağmen adada çıkan fırtına ve isyan gibi çeşitli nedenlerden dolayı adadan ayrılıp anakaraya gidemiyorlar. Buna II. Dünya Savaşı bitiminde Dachau Toplama Kampı’na giren ABD’li askerlerin arasında bulunan Teddy’nin geçmişe dair anıları sanrılar şeklinde baş göstermesi eklenince Teddy’nin mücadele ettiği olaylar örgüsüne kendi gerçekliği de eklenmiştir.
İzlemeye değer bir film.

- BU YAZI DAHA ÖNCE www.edebifikir.com ADLI E-DERGİDE YAYINLANMIŞTIR -  

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder