13 Mayıs 2012 Pazar

Fetİh 1453

Vizyona girmeden önce yayınlanan fragmanlarıyla dilden dile dolaşarak, izlenmesi neredeyse milli bir mesele haline getirilen Fetih 1453 filminin, üzerine aldığı bu rolü ne kadar üstlenebildiği uzun süre tartışılacağa benziyor.
Aslında İstanbul’un Fethi, görünürde büyük bir savaş olsa da, arka yüzünde ki amaç farklıydı. Bu yüzden daha derinlemesine incelenmeyi hak eden İstanbul’un Fethi, özü idrak edildiğinde görülür ki sadece bir anahtardı. Osmanlı Devleti’nin tek amacı olan Nizam-ı Âlem’e açılan kapıların anahtarı… Ancak filmin yapımcısı Faruk Aksoy’un filmin türünü; “tarih, savaş, kahramanlık, aşk” olarak sınırlandırması nedeniyle, böyle bir derinliği gereksiz buldum. Bu inceleme, bir filme bağlı kalmadan başlanacak ve belki ciltleri dolduracak bir yazı ile yapılır, o da bizim değil tarihçilerimizin işidir. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim; herkesin sakin kafayla oturup, fethin asıl amacının ne olabileceği hakkında bir düşünmesi gerek. İstanbul’un fethi, sadece bir savaştan, bir çağı kapatıp başka bir çağ açmaktan mı ibaretti yoksa arkasında bu saydıklarımdan daha büyük amaçlar var mıydı?
Yapımcılığını daha önce Çılgın Dershane ve Recep İvedik serileri gibi gençlik ve komedi filmlerini yapan Faruk Aksoy’un üstlendiği filmin oyuncu kadrosu ise daha önceden, birçoğuna gözümüzün aşina olmadığı oyunculardan oluşuyor. Başrolde Fatih Sultan Mehmet’i canlandıran tiyatro kökenli oyuncu Devrim Evin, yan rollerde ise Ulubatlı Hasan karakterini canlandıran İbrahim Çelikkol ve Era karakterini canlandıran Dilek Serbest yer alıyor.
Eleştirilerimize başlamadan önce filmin, Türk sinemasını bir üst seviyeye taşıyan film olduğunu ve böyle bir filmin konusunun İstanbul’un fethini ele alması ile gerçekten gurur verici ve sevindirici bir şey olduğunu söylemeliyim
En başta oyuncu kadrosuyla başlayacak olursak, film vizyona girmeden önce birçok kişi, oyuncu kadrosunun popüler oyuncular arasından seçilmemiş olmasını bir olumsuzluk olarak gördü. Fakat Faruk Aksoy, burada gerçekten akıllık ederek, daha önceden hiçbir karakter üzerine yapışmamış oyuncularla çalışmayı tercih ederek, hem sinema dünyasına yeni yüzler kazandırdı, hem filmdeki karakterlerle oyuncular arasında tezatlık oluşmasını önledi. Fakat oyuncu seçimlerinde de dikkatinden kaçırdığı yerler yok değil. Bunlardan en çok göze çarpanı ise Akşemsettin rolünü oynayan kişinin, Nasreddin Hocavari bir karakter olması. Oyuncunun fazla tombul yüzü ve göbeği, Akşemsettin karakterinin Fetih olayındaki ciddiyeti ve önemiyle tezatlık oluşturmuş.
Başka bir konu ise, filmde her yerde aynı dilin konuşulması meselesi. Filmde her yerde aynı dilin konuşulması yönetmenin tercihi olarak algılanabilir, fakat konuşulan Türkçenin günümüz Türkçesi olması, filmin ruhuyla bir uyum gösteremedi ve yer yer seyirciyi de rahatsız etti. Filmi izlerken fetihe odaklanan seyircinin dikkatini dağıtan en büyük detaylardan birisi de konuşma sahnelerindeki Türkçe idi. Bir diğer detay ise, filmin genelinde – özellikle savaş sahnelerinde –  kullanılan müziğin, Hollywood yapımı film müzikleriyle benzer olmasıydı. Bazı yerlerde gereksiz olarak ses şiddetinin yükseltilmesi ise seyircinin kulaklarını tırmalayarak insanları rahatsız etti.
Filmin en çok ses getiren yönleri olan savaş sahneleri, kılıç düelloları ve görsel efektler konusuna değinecek olursak, burada şu gerçeği söylemeden edemeyeceğim; bu sahnelere o kadar emek verildi, para harcandı fakat savaş sahneleri ‘kargaşa’dan, kılıç düelloları ise ‘sonuç’tan ibaretti. Kamera açılarının ve ışığın azizliği olsa gerek, savaş sahnelerinde kimin hangi taraf olduğu bile zor ayırt edilirken, kılıç düellosu olan sahnelerde, kameraların odak noktaları ve zamanlamaları o kadar kötüydü ki, sanki amatör kamerayla çekilmiş iki kişinin düellosundan ibaretti. Kılıç ve yakın dövüş eğitimleri için 4 ay yabancı hocalardan ders alan, haftalarca ovalarda tek başlarına kılıç antrenmanları yapan oyuncuların, o kadar emekleri sanki boşa gitmiş gibiydi. Hâlbuki kılıç ve savaş sahneleri için bu işi daha önceden yapmış yönetmen veya ekiplerden yardım alınsaydı, düellolara daha etkileyici kılıç hareketleri eklenseydi, eminim filmi bir kat daha güzelleştirecekti.
Tüm izleyenleri bilmem ama beni en çok rahatsız eden konulardan bir tanesi ise, Hz. Muhammed’in (sav) evinde başlayan ve senaryonun temelinin manevi değer ve olaylarla oturtulduğu bu filmde, Ulubatlı Hasan ve Müslüman olan Era’nın gayrimeşru ilişkileri ve öpüşme sahneleriydi. Bu sahneler böyle bir filme yakışan sahneler olmamakla birlikte, bu sahnelerin azlığı ise biraz rahatlatıcı oldu. Sinemada bir olay, birçok şekilde ekrana yansıtılabilir ve bu, yönetmenlerin kendi karakterlerini yansıttığı yerlerdir.
Senaryoya gelecek olursak, bu film İstanbul’un Fethi’ni anlatan bir filmdi ve Ulubatlı Hasan ve Era’nın aşkı fetih olayının önüne geçmemeliydi. Fakat filmin sonunda, izleyicilerin aklında, fetihten çok aşk sahneleri ve bayrak dikme sahnesi kaldı. Yönetmen Faruk Aksoy’un filmden, sonundaki beklentisi bu muydu değil miydi bilinmez ama benim şahsi beklentim bu değildi. Ayrıca filmin başından beri senaryoya ince ince işlendiği belli olan top dökülme sahnelerinin gerektiğinden uzun olması sıkıcı, Fetih denince ilk akla gelen şeylerden birisi olan gemileri karadan yürütme sahnesinin bir anda ortaya çıkıvermesi, yaklaşık 3 dakika sürüp sonra gemilerin ortadan kaybolması, tarihte fethin başından beri dolaylı olsa da olay örgüsünün içinde olan Akşemsettin’in filmde çok geç gelmesi, senaryonun kısır kalmış yerleriydi. Ayrıca Baş vezir Çandarlı Halil Paşa karakterinin, diğer vezirler tarafından fazla aşağılanmış olması da biraz gerçek dışı olmuş. Osmanlı Devleti’nin o zamanki ciddiyetini düşünecek olursak, filmdeki bazı repliklerin, o zamanlarda söylenmesi imkânsız olan sözler olduğu açık bir gerçektir. Bu tür hataların, bu filmde çok olmaması ise, son zamanlarda dizi olarak ekrana gelen, tamamen yanlışlıklar ve hatalar örgüsünden ibaret olan ve Osmanlı Devleti’ni anlattıklarını zanneden kendini bilmez insanların yanında hâlâ onlar gibi olmayan insanlar da varmış dedirtiyor.
Sonuç olarak, Faruk Aksoy’a sinemamıza böyle daha önceden emsali olmayan bir film kazandırdığı için teşekkür ederken, yapılan tüm eleştirileri dikkate alarak bundan sonraki projelerinde daha da iyi şeyler ortaya koymasını umut ediyorum. Her şeye rağmen film bugüne kadar İstanbul’un Fethi’ni en iyi anlatan film. 






                
   - BU YAZI DAHA ÖNCE www.edebifikir.com ADLI SİTEDE YAYINLANMIŞTIR -   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder