Vizyona girmeden önce yayınlanan fragmanlarıyla dilden dile
dolaşarak, izlenmesi neredeyse milli bir mesele haline getirilen Fetih 1453
filminin, üzerine aldığı bu rolü ne kadar üstlenebildiği uzun süre
tartışılacağa benziyor.
Aslında İstanbul’un Fethi, görünürde büyük bir savaş olsa da,
arka yüzünde ki amaç farklıydı. Bu yüzden daha derinlemesine incelenmeyi hak
eden İstanbul’un Fethi, özü idrak edildiğinde görülür ki sadece bir anahtardı. Osmanlı
Devleti’nin tek amacı olan Nizam-ı Âlem’e açılan kapıların anahtarı… Ancak
filmin yapımcısı Faruk Aksoy’un filmin türünü; “tarih, savaş, kahramanlık, aşk” olarak sınırlandırması nedeniyle,
böyle bir derinliği gereksiz buldum. Bu inceleme, bir filme bağlı kalmadan
başlanacak ve belki ciltleri dolduracak bir yazı ile yapılır, o da bizim değil
tarihçilerimizin işidir. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim; herkesin sakin
kafayla oturup, fethin asıl amacının ne olabileceği hakkında bir düşünmesi
gerek. İstanbul’un fethi, sadece bir savaştan, bir çağı kapatıp başka bir çağ
açmaktan mı ibaretti yoksa arkasında bu saydıklarımdan daha büyük amaçlar var
mıydı?
Yapımcılığını daha önce Çılgın Dershane ve Recep İvedik
serileri gibi gençlik ve komedi filmlerini yapan Faruk Aksoy’un üstlendiği
filmin oyuncu kadrosu ise daha önceden, birçoğuna gözümüzün aşina olmadığı
oyunculardan oluşuyor. Başrolde Fatih Sultan Mehmet’i canlandıran tiyatro
kökenli oyuncu Devrim Evin, yan rollerde ise Ulubatlı Hasan karakterini
canlandıran İbrahim Çelikkol ve Era karakterini canlandıran Dilek Serbest yer
alıyor.
Eleştirilerimize başlamadan önce filmin, Türk sinemasını bir
üst seviyeye taşıyan film olduğunu ve böyle bir filmin konusunun İstanbul’un
fethini ele alması ile gerçekten gurur verici ve sevindirici bir şey olduğunu
söylemeliyim
En başta oyuncu kadrosuyla başlayacak olursak, film vizyona
girmeden önce birçok kişi, oyuncu kadrosunun popüler oyuncular arasından
seçilmemiş olmasını bir olumsuzluk olarak gördü. Fakat Faruk Aksoy, burada
gerçekten akıllık ederek, daha önceden hiçbir karakter üzerine yapışmamış
oyuncularla çalışmayı tercih ederek, hem sinema dünyasına yeni yüzler
kazandırdı, hem filmdeki karakterlerle oyuncular arasında tezatlık oluşmasını
önledi. Fakat oyuncu seçimlerinde de dikkatinden kaçırdığı yerler yok değil.
Bunlardan en çok göze çarpanı ise Akşemsettin rolünü oynayan kişinin, Nasreddin
Hocavari bir karakter olması. Oyuncunun fazla tombul yüzü ve göbeği,
Akşemsettin karakterinin Fetih olayındaki ciddiyeti ve önemiyle tezatlık
oluşturmuş.
Başka bir konu ise, filmde her yerde aynı dilin konuşulması
meselesi. Filmde her yerde aynı dilin konuşulması yönetmenin tercihi olarak
algılanabilir, fakat konuşulan Türkçenin günümüz Türkçesi olması, filmin
ruhuyla bir uyum gösteremedi ve yer yer seyirciyi de rahatsız etti. Filmi izlerken
fetihe odaklanan seyircinin dikkatini dağıtan en büyük detaylardan birisi de
konuşma sahnelerindeki Türkçe idi. Bir diğer detay ise, filmin genelinde – özellikle savaş sahnelerinde – kullanılan müziğin, Hollywood yapımı film
müzikleriyle benzer olmasıydı. Bazı yerlerde gereksiz olarak ses şiddetinin
yükseltilmesi ise seyircinin kulaklarını tırmalayarak insanları rahatsız etti.
Filmin en çok ses getiren yönleri olan savaş sahneleri, kılıç
düelloları ve görsel efektler konusuna değinecek olursak, burada şu gerçeği
söylemeden edemeyeceğim; bu sahnelere o kadar emek verildi, para harcandı fakat
savaş sahneleri ‘kargaşa’dan, kılıç
düelloları ise ‘sonuç’tan ibaretti.
Kamera açılarının ve ışığın azizliği olsa gerek, savaş sahnelerinde kimin hangi
taraf olduğu bile zor ayırt edilirken, kılıç düellosu olan sahnelerde,
kameraların odak noktaları ve zamanlamaları o kadar kötüydü ki, sanki amatör
kamerayla çekilmiş iki kişinin düellosundan ibaretti. Kılıç ve yakın dövüş
eğitimleri için 4 ay yabancı hocalardan ders alan, haftalarca ovalarda tek
başlarına kılıç antrenmanları yapan oyuncuların, o kadar emekleri sanki boşa
gitmiş gibiydi. Hâlbuki kılıç ve savaş sahneleri için bu işi daha önceden
yapmış yönetmen veya ekiplerden yardım alınsaydı, düellolara daha etkileyici
kılıç hareketleri eklenseydi, eminim filmi bir kat daha güzelleştirecekti.
Tüm izleyenleri bilmem ama beni en çok rahatsız eden
konulardan bir tanesi ise, Hz. Muhammed’in (sav) evinde başlayan ve senaryonun
temelinin manevi değer ve olaylarla oturtulduğu bu filmde, Ulubatlı Hasan ve
Müslüman olan Era’nın gayrimeşru ilişkileri ve öpüşme sahneleriydi. Bu sahneler
böyle bir filme yakışan sahneler olmamakla birlikte, bu sahnelerin azlığı ise
biraz rahatlatıcı oldu. Sinemada bir olay, birçok şekilde ekrana yansıtılabilir
ve bu, yönetmenlerin kendi karakterlerini yansıttığı yerlerdir.
Senaryoya gelecek olursak, bu film İstanbul’un Fethi’ni
anlatan bir filmdi ve Ulubatlı Hasan ve Era’nın aşkı fetih olayının önüne
geçmemeliydi. Fakat filmin sonunda, izleyicilerin aklında, fetihten çok aşk
sahneleri ve bayrak dikme sahnesi kaldı. Yönetmen Faruk Aksoy’un filmden, sonundaki
beklentisi bu muydu değil miydi bilinmez ama benim şahsi beklentim bu değildi.
Ayrıca filmin başından beri senaryoya ince ince işlendiği belli olan top
dökülme sahnelerinin gerektiğinden uzun olması sıkıcı, Fetih denince ilk akla
gelen şeylerden birisi olan gemileri karadan yürütme sahnesinin bir anda ortaya
çıkıvermesi, yaklaşık 3 dakika sürüp sonra gemilerin ortadan kaybolması, tarihte
fethin başından beri dolaylı olsa da olay örgüsünün içinde olan Akşemsettin’in filmde
çok geç gelmesi, senaryonun kısır kalmış yerleriydi. Ayrıca Baş vezir Çandarlı
Halil Paşa karakterinin, diğer vezirler tarafından fazla aşağılanmış olması da
biraz gerçek dışı olmuş. Osmanlı Devleti’nin o zamanki ciddiyetini düşünecek
olursak, filmdeki bazı repliklerin, o zamanlarda söylenmesi imkânsız olan
sözler olduğu açık bir gerçektir. Bu tür hataların, bu filmde çok olmaması ise,
son zamanlarda dizi olarak ekrana gelen, tamamen yanlışlıklar ve hatalar
örgüsünden ibaret olan ve Osmanlı Devleti’ni anlattıklarını zanneden kendini
bilmez insanların yanında hâlâ onlar gibi olmayan insanlar da varmış
dedirtiyor.
Sonuç olarak, Faruk Aksoy’a sinemamıza böyle daha önceden
emsali olmayan bir film kazandırdığı için teşekkür ederken, yapılan tüm
eleştirileri dikkate alarak bundan sonraki projelerinde daha da iyi şeyler
ortaya koymasını umut ediyorum. Her şeye rağmen film bugüne kadar İstanbul’un
Fethi’ni en iyi anlatan film.
- BU YAZI DAHA ÖNCE www.edebifikir.com ADLI SİTEDE YAYINLANMIŞTIR -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder