Uzaklık nasıl bir
kavramdır, ne hissettirir insana ya da ne anlama gelir? Sadece bir sözcük müdür
mesafeleri betimleyen, yoksa bir gülle midir insanın kalbini ezen? Deniz her
zaman dalgalı mıdır ya da o dalgalar her zaman hırçın mıdır, eritir mi çarptığı
yeri her vuruşunda, yoksa yalnızlığını dalgalarla paylaşan insanın ruh haline
göre mi şekil alır her bir dalganın hırçınlığı? Uzak ihtimaller midir insanın
her zaman peşinden koştuğu, yoksa o ihtimaller çok yakınındadır da insan
kendisi mi uzaklaşır bilmeden?
Biliyorum, çok fazla soru
sordum fakat bir filmin insana bundan çok daha fazla soru sorduracağı gelmezdi
aklıma, tâ ki Uzak İhtimal’i
izleyene kadar.
Yaklaşık iki senedir
arşivimde bulunan, izlemeyi canı gönülden istediğim fakat her niyetlendiğimde
tekrar vazgeçtiğim bu filmi izlerken, bugüne kadar izlemediğim için utanç
duygusunun sarıp sarmaladığı bir pişmanlık duydum. Fakat yine filmi izlerken,
demek ki “…henüz zamanı varmış”
demekten de kendimi alamadım. Zamanı hiç gelmeseydi ya da zamanı geldiğinde ben
fark etmeyip kaçırsaydım o zamanı, sonunda duyduğum pişmanlık, bu filmi
izlememek için ürettiğim bahaneleri yapmadığımda duyacağımdan daha mı az
olacaktı? Kesinlikle hayır.
Yapımı 2008 yılında
tamamlanan, yönetmenliğini Mahmut Fazıl Coşkun’un üstlendiği, başrollerini
Görkem Yeltan ve Nadir Sarıbacak’ın paylaştığı Uzak İhtimal filmi 2009 yılında
vizyona girdi. Rotterdam Uluslar arası Film Festivali ve Sofya Uluslar arası
Film Festivali’nde iki ödül alan film, bir müezzin ve rahibe adayının aşkını
anlatıyor. İstanbul Tophane’de bir camiye müezzin olarak atanan Musa,
Galata’daki evine yeni yerleşmiştir. Issız bir binada oturan Musa’nın komşusu
Clara ise oradaki bir kilisede dünyaya gelmiş, kilisenin bir rahibesi
tarafından büyütülmüş ve onu büyüten yatalak rahibeye bakarken aynı zamanda
kilisede rahibelik yapmaktadır. Birbirleriyle bir vesileyle tanışan Musa ve
Clara, birbirlerinden hoşlanmaktadırlar. Her ne kadar aynı duyguyu paylaşsalar
da bir türlü birbirlerine açılamazlar ve Clara’nın baktığı rahibe öldüğünde,
Clara’nın rahibe olmak için İtalya’ya gitme ihtimali ortaya çıkar. İşte her şey
buraya kadar güzelken, birden işler daha da karmaşık bir hale gelir.
Yönetmen Mahmut Fazıl
Coşkun’u iki ödülle taçlandıran bu film, gerçekten verilen ödülleri hak ediyor.
Sadece beş kişilik bir profesyonel oyuncu kadrosuyla film yapılabileceğini tüm
izleyenlere gösteren yönetmen, figüran olarak kullandığı karakterleri de gerçek
hayattaki kişilerden oluşturmasıyla filmin doğallığını en üst seviyeye
taşıyabilmeyi başarmış. Caminin hocasından çaycısına kadar yan karakterlerin, gerçek
hayatta hoca ve çaycı olan insanlar tarafından oynanması, filmi tatlandırmakla
kalmıyor, “Bu işin aslında böyle gerçek
karakterlerle yapılması daha da iyi mi olur?” sorusunu da akla getiriyor.
Her sene film festivallerinde gösterime giren sanatsal filmlerden çıkan on
kişiden dokuzunun serzenişi; filmin konuşma sahnelerinin eksikliği ve
sahnelerin gerektiğinden uzun olması dolayısıyla akıcı olmamasıdır. Fakat bir
buçuk saatlik, çoğu amatör oyunculardan oluşan bir kadroyla çekilen ve sanatsal
film denilebilecek kadar az repliği olan bir filmin, bu kadar akıcı olması, bu
filmin asıl başarısıdır bence. Film sanki sadece profesyonel bir yönetmen
tarafından, insanların hayatının gizli kamerayla çekilmiş hâli gibi geliyor
izleyene. Tabiî başrolü paylaşan Nadir Sarıbacak ve Görkem Yeltan’ın da
performanslarını göz ardı etmek haksızlık olur.
Senaryoya gelecek
olursak, gerçeklik çemberi dışına çıkmadan, bir insanın başına gelebilecek en uzak
ihtimallerle örülmüş bir senaryo olmuş. Bir müezzinin bir rahibeye âşık olması,
daha uzağı, o rahibenin de o müezzine âşık olması, daha da uzağı, birbirlerine
söyleyememeleri, daha da uzağı, rahibenin yurt dışına taşınması. Belki de bir
müezzinin hayatında başına gelebileceğini düşündüğü en son şeylerdir bunlar.
Fakat biz de, ölümün başımıza en son gelecek ihtimal olduğunu düşünerek
yaşamıyor muyuz? Hâlbuki kim bilir, belki de en uzak ihtimal olarak düşündüğümüz
şey, en yakın ihtimaldir.
Hayatında kendi yaşadığı
şehrin bile dışına çıkmamış bir insan için, Harvard’da okumak çok mu uzak bir
ihtimaldir, ya da çok fakir bir insanın bir gece sonrasında çok zengin
olabileceği? Yoksa tüm ihtimaller eşit uzaklıktadır da insan kendisi mi o
ihtimallerden uzaklaşır ya da onlara yakınlaşır? İnsanın buradaki etkisi nedir,
ne kadardır, nereye kadardır veya ne yapmalıdır? Tüm bu soruların cevapları
herkesin kendi içinde yatıyor ve keşfedilmeyi bekliyorlar. Ama gelgelelim ki,
bunu arayacak, ararken yılmayacak, bulduğunda uygulayabilecek kadar yürekli
miyiz?
İzleyin ve karar verin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder