13 Mayıs 2012 Pazar

Uzak İhtİmal

Uzaklık nasıl bir kavramdır, ne hissettirir insana ya da ne anlama gelir? Sadece bir sözcük müdür mesafeleri betimleyen, yoksa bir gülle midir insanın kalbini ezen? Deniz her zaman dalgalı mıdır ya da o dalgalar her zaman hırçın mıdır, eritir mi çarptığı yeri her vuruşunda, yoksa yalnızlığını dalgalarla paylaşan insanın ruh haline göre mi şekil alır her bir dalganın hırçınlığı? Uzak ihtimaller midir insanın her zaman peşinden koştuğu, yoksa o ihtimaller çok yakınındadır da insan kendisi mi uzaklaşır bilmeden? 
 
Biliyorum, çok fazla soru sordum fakat bir filmin insana bundan çok daha fazla soru sorduracağı gelmezdi aklıma, tâ ki Uzak İhtimal’i izleyene kadar.
Yaklaşık iki senedir arşivimde bulunan, izlemeyi canı gönülden istediğim fakat her niyetlendiğimde tekrar vazgeçtiğim bu filmi izlerken, bugüne kadar izlemediğim için utanç duygusunun sarıp sarmaladığı bir pişmanlık duydum. Fakat yine filmi izlerken, demek ki “…henüz zamanı varmış” demekten de kendimi alamadım. Zamanı hiç gelmeseydi ya da zamanı geldiğinde ben fark etmeyip kaçırsaydım o zamanı, sonunda duyduğum pişmanlık, bu filmi izlememek için ürettiğim bahaneleri yapmadığımda duyacağımdan daha mı az olacaktı? Kesinlikle hayır.
Yapımı 2008 yılında tamamlanan, yönetmenliğini Mahmut Fazıl Coşkun’un üstlendiği, başrollerini Görkem Yeltan ve Nadir Sarıbacak’ın paylaştığı Uzak İhtimal filmi 2009 yılında vizyona girdi. Rotterdam Uluslar arası Film Festivali ve Sofya Uluslar arası Film Festivali’nde iki ödül alan film, bir müezzin ve rahibe adayının aşkını anlatıyor. İstanbul Tophane’de bir camiye müezzin olarak atanan Musa, Galata’daki evine yeni yerleşmiştir. Issız bir binada oturan Musa’nın komşusu Clara ise oradaki bir kilisede dünyaya gelmiş, kilisenin bir rahibesi tarafından büyütülmüş ve onu büyüten yatalak rahibeye bakarken aynı zamanda kilisede rahibelik yapmaktadır. Birbirleriyle bir vesileyle tanışan Musa ve Clara, birbirlerinden hoşlanmaktadırlar. Her ne kadar aynı duyguyu paylaşsalar da bir türlü birbirlerine açılamazlar ve Clara’nın baktığı rahibe öldüğünde, Clara’nın rahibe olmak için İtalya’ya gitme ihtimali ortaya çıkar. İşte her şey buraya kadar güzelken, birden işler daha da karmaşık bir hale gelir.
Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun’u iki ödülle taçlandıran bu film, gerçekten verilen ödülleri hak ediyor. Sadece beş kişilik bir profesyonel oyuncu kadrosuyla film yapılabileceğini tüm izleyenlere gösteren yönetmen, figüran olarak kullandığı karakterleri de gerçek hayattaki kişilerden oluşturmasıyla filmin doğallığını en üst seviyeye taşıyabilmeyi başarmış. Caminin hocasından çaycısına kadar yan karakterlerin, gerçek hayatta hoca ve çaycı olan insanlar tarafından oynanması, filmi tatlandırmakla kalmıyor, “Bu işin aslında böyle gerçek karakterlerle yapılması daha da iyi mi olur?” sorusunu da akla getiriyor. Her sene film festivallerinde gösterime giren sanatsal filmlerden çıkan on kişiden dokuzunun serzenişi; filmin konuşma sahnelerinin eksikliği ve sahnelerin gerektiğinden uzun olması dolayısıyla akıcı olmamasıdır. Fakat bir buçuk saatlik, çoğu amatör oyunculardan oluşan bir kadroyla çekilen ve sanatsal film denilebilecek kadar az repliği olan bir filmin, bu kadar akıcı olması, bu filmin asıl başarısıdır bence. Film sanki sadece profesyonel bir yönetmen tarafından, insanların hayatının gizli kamerayla çekilmiş hâli gibi geliyor izleyene. Tabiî başrolü paylaşan Nadir Sarıbacak ve Görkem Yeltan’ın da performanslarını göz ardı etmek haksızlık olur.
Senaryoya gelecek olursak, gerçeklik çemberi dışına çıkmadan, bir insanın başına gelebilecek en uzak ihtimallerle örülmüş bir senaryo olmuş. Bir müezzinin bir rahibeye âşık olması, daha uzağı, o rahibenin de o müezzine âşık olması, daha da uzağı, birbirlerine söyleyememeleri, daha da uzağı, rahibenin yurt dışına taşınması. Belki de bir müezzinin hayatında başına gelebileceğini düşündüğü en son şeylerdir bunlar. Fakat biz de, ölümün başımıza en son gelecek ihtimal olduğunu düşünerek yaşamıyor muyuz? Hâlbuki kim bilir, belki de en uzak ihtimal olarak düşündüğümüz şey, en yakın ihtimaldir.
Hayatında kendi yaşadığı şehrin bile dışına çıkmamış bir insan için, Harvard’da okumak çok mu uzak bir ihtimaldir, ya da çok fakir bir insanın bir gece sonrasında çok zengin olabileceği? Yoksa tüm ihtimaller eşit uzaklıktadır da insan kendisi mi o ihtimallerden uzaklaşır ya da onlara yakınlaşır? İnsanın buradaki etkisi nedir, ne kadardır, nereye kadardır veya ne yapmalıdır? Tüm bu soruların cevapları herkesin kendi içinde yatıyor ve keşfedilmeyi bekliyorlar. Ama gelgelelim ki, bunu arayacak, ararken yılmayacak, bulduğunda uygulayabilecek kadar yürekli miyiz?
İzleyin ve karar verin…




                
   - BU YAZI DAHA ÖNCE www.edebifikir.com ADLI SİTEDE YAYINLANMIŞTIR -   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder